Monthly Archives: February 2022

30 Günlük ve Küçük Hareketliliğin Sonu/ VisualDiary’nin Düşündürdükleri-Kendime Not

Sosyal medyada 30 gün boyunca Visual Diary başlığı altında ikili ve üçlü halde montajladığım görselleri paylaştım. Uzunca bir süredir ilgimi çeken ve/veya hoşuma giden görselleri biriktiriyorum. Tam olarak ne zamana tekabül ediyor hatırlamıyorum ancak bu görselleri kendimce gruplayıp Instagram story’de ikili üçlü arka arkaya paylaşmayı planlayıp buna başladım. Ancak bu şekilde paylaştığımda bu görselleri neden bu şekilde paylaştığımın ve aslında onları kendimce tematik denebilecek şekilde grupladığımın anlaşılmadığını, başkaları tarafından anlaşılmamasından da öte kendimi bu şekilde istediğimce ifade edemediğimin farkına vardım. Bir cumartesi günü tematik olarak birarada düşündüğüm arka arkaya story’e koyarım dediğim görselleri ikili ve üçlü şekillerde montajladım, başlıklar verdim. İlk etapta elimde 20’e yakın ikili-üçlü montaj oldu. Madem bu kadar montaj elimde var ben bunu 30’a tamamlayayım böylece bir aylık bir sürede düzenli olarak paylaşayım diye düşündüm. Görsellerin 30’u da son görseli yayınladığım 24.02.2022’den 10-15 gün öncesinde tamamlanmıştı. Yani montajları günü gününe yapıp yayınlamadım. Bitirilmiş hazır olan montajları gün gün yayınladım. Bazen bazı hafta sonları paylaşım yapmadığım bir gün hariç düzenli olarak her gün paylaşım yaparak 30 günü tamamladım. Açıkçası itiraf etmem gerekir ki sıkıldım, belki 20 tanede bırakmalıydım bilemiyorum. Montajladıklarımın kimisini sevdim kimisi ise bana çok bir şey ifade etmedi ama yapmış bulundum. Montajları her gün düzenli gönderi olarak girmek sıkıcı ve yıldırıcıydı. Ancak başladığım için de bitirmek istedim; yarım bırakmak istemedim. Bazı montajları story’de değil Instagram akışında paylaştım. 21. günkü montajı daha önceden devam ettirdiğim Karşılaşmalar/Encounters paylaşımları ile kesiştirdim. Yani Visual Diary ve Karşılaşmalar/Encounters düzenli olarak paylaşım yaptığım başlıklarsa bu iki başlığı Visual Diary’nin “Belonging” başlıklı montajıyla, Anne Carson’ın “Kocanın Güzelliği” kitabını eşleştirerek aynı zamanda Karşılaşmalar/Encounters olarak paylaştım. Visual Diary’yi bundan sonra devam ettirir miyim bilmiyorum. Bir süre herhalde uzak dururum.

Görselleri montajlarken, isim verirken ve yukarıda dediğim şekilde paylaşırken kimileri üzerinde biraz daha çok düşünmüş olsam da genel anlamda çok düşünmeden içgüdülerimle davrandığımı söyleyebilirim. Hangi güne hangi görselin denk geleceği de tamamen rastlantısal gibiydi. Hemen hemen sırasıyla paylaştım ama mesela eğer arka arkaya aşk, ilişkiler montajları yapmışsan bunların arasına başka türlü montajlar sıkıştırarak sırayı bozdum. Bana tekdüzelik gibi geldiği yerlerde müdahale ettim. Sadık kaldığım planlar 30 gün boyunca 30 tane görseli paylaşmak ve 30 günün ardından bu süreç üzerine birkaç kelime bloga yazı yazma ve bütün montajları da bu yazıya ekleme kararı oldu. Bu kararı da 30 günün ortalarında aldım denebilir. Kullanılan görseller, onların montajlanma ve başlıklandırma şeklinin dayatılan imge rejimi ile uyumundan da montajların çok düşünülmeden yapıldığı anlaşılabilir. Söz konusu görsellerin montajladığım halinin güncel olana kesinti yaratması ya da dönüştürücü bir etkisi olduğu söylenebileceğini zannetmiyorum. Montajladığım görseller ayrı ayrı başkalarına ait bu yüzden yalnız başlarına dönüştürücülükleri, estetik ve etik olarak durdukları yer, günceli kesintiye uğratıp uğratmadıklarına ilişkin herhangi bir şey ifade etmiyorum. Ben yalnızca kendimce oyun olarak başlayıp bir süreye yayılan hareketliliğimin üzerine düşündüklerimi ifade ediyorum.

Yaptığım bu montajlama ve yayınlama işi, benim dışımda Hüseyin Gökçe ve Belma Fırat gibi arkadaşlarım düşünmeye vesile oldu. Birlikte de düşünmemize kapı araladı bu anlamda da benim için besleyici ve kısmen dönüştürücüydü. Montajlar aslında genel olarak kendi motivasyonum üzerine düşünmeme de vesile oldu. Yukarıda belirttiğim bloga yazı yazma kararını almam da bununla alakalı olarak gerçekleşti ve bir takım notlar aldım. Bu yazı da o notların paylaşmak istediğim kadar ki kısmının düzenlenmiş hali. Kendime ilişkin belki bildiğim ancak üzerine çok düşünmediğim için ifade etmediğim bir şeyi böylelikle ifade etmiş oldum. Benim için birbiriyle birebir örtüşmeyen, bazen çok farklı gibi gelebilecek şeylerin yanyanalığının, küçük ortaklıklarda buluşmalarının, bu küçük ortaklıkların ilişkilenmesinin ve adeta kendi dilinin olmasının, bu dilin farklı farklı eklemlenerek çeşitlenip katlanmasının çok motive edici olduğunu açıkça fark ettim. Sadece bu montajlara ilişkin değil aslında genel olarak bunun benim için böyle olduğunu fark ettim. Bu tabii günümüzün gerçekliği ve belirlenimleri ile birebir uyuşan bir şey bana has bir durum olması söz konusu değil ancak ben bunu kendimce, benim durduğum yerlerden benim kadrajımla yapmaya çalışıyorum. Bunu farklı şekillerde tekrarlıyorum; yazı olabilir, montajlama olabilir vs.

Yine son derece günümüzle alakalı olarak bu farklılıkların yanyanalık hali açıklık, alan yaratmak, sınırları esnetmek, zorlamak ve onları sorgulamakla da ilişkili. Tıkanıklık, tekdüzelik, tek seslilik, sınırlandırılmışlık, baskılanmışlık ve katılaşmışlıkla ilgili herkes kadar benim de sıkıntım var ve bunlar çerçevesinde sanırım bazı şeyleri kendime dert ediyorum ve bu beni devam ettiriyor. Şimdilik bunları düşündüm ileriki günler nasıl olacağını bilmiyorum. Bu da böyle bir süreçti. Üzerine iki kelime etmeden geçiştirmek istemediğim bir süreç.

P.S: Görsellere ilişkin sosyal medya hesaplarımdaki paylaşımlarda çok daha açık olarak referans verilmiştir.

Finding Your Way (Heinz Hayek-Halke/Dreamin Fish 1950, Oleg Oprisco)

Sloganlaşanın Melankolisi: Kurşun Uykusu

Selim Birsel’in Kurşun Uykusu enstalasyonu ilk olarak 1995 yılında Ankara Gar’ında açılan, Sanart’ın “Tabular ve Sanat Sempozyumu” çerçevesinde gerçekleşen GAR sergisinde kendine yer edinmiştir. Sergi, açılışının ertesi günü “toplumun moralini bozduğu” gerekçesi ile kapatılmıştır. Enstalasyon on iki adet kâğıt beden kalıbından oluşur. Kurşun Uykusu işi kendi belirlenimlerim ve birikimlerim doğrultusunda ifade özgürlüğü, eleştirel sanat, sloganlaşma ve sinisizm doğrultusunda ayrı ayrı ve birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde ele alınacaktır. Bunu yaparken Selim Birsel’in kendi işi Kurşun Uykusu’na ve GAR sergisine ilişkin ifadeleri ve düşüncelerine yine Burak Delier’in aynı enstalasyon ve sergiye ilişkin detaylı ve oldukça etkili metnine başvurulacaktır. Bunun nedeni enstalasyona ilişkin hem sanatçının deneyimlerinin ve düşüncelerinin hem de Delier’in yazısının düşünce zeminini genişletip, zenginleştirecek nitelikli olmasıdır.

Yazının devamı https://birikimdergisi.com/guncel/10920/sloganlasanin-melankolisi-kursun-uykusu