Monthly Archives: December 2023

Güncemsi // Keltler, Arendt ve Sürüklenen Çuval

Ece Eldek, Moero Fanzin 2. Sayıda yayınlanan “Sahi, tarih kaç kez yazılır?” başlıklı yazısında, söz konusu yazıyı Keltler özelinde pagan toplulukları, onların ritüellerini ve Kelt savaşçıların yalnızca savaşçı değil aynı zamanda şair olmalarıyla ilgili kaleme almayı düşündüğünü ancak geçmişi düşünmeye başlayınca, geçmişin şu ana olan etkisine odaklandığını ifade eder. Haliyle yazısı da Keltler onların ritüelleri savaşçı şairlerine değinse de odaklandığı etkiye doğru ivmelenir. Söz konusu yazı bir şiirle başlayıp düz yazı olarak devam eder. Eldek’in metninde şiir/şair, geçmiş ve tarih öne çıkan mefhumlar olarak kendilerini gösterdiğinden, yukarıda değinilenler ve Eldek’ten aşağıda alıntıladığım bölümleri Arendt’in Lessing ödülünü kabul ederken geçmişe, tarihe ve şiire ilişkin ifade ettiklerini yorumlayıp, tartışıp, polemik geliştirmeden olduğu gibi bir araya getirmek istedim:

“Kulağımıza seslenilen her cümle

görmediğimiz, duymadığımız, yaşamadığımız

seni, bir zamanlardaki yaşama ihtimallerinle başbaşa bıraktı

bize hep durmamız gereken yer söylendi

tarihin belli zaman dilimlerinde

sahi, nerede duruyorsun?

his arzularımı bana bırakın

his nesnelerimi

his anlamlarımı bana bırakın

bana yapışan bende kalır

bana yapışan zaten bende kalır

…Geçmiş onun sırtını dayadığı, nerede duracağına dair seçim hakkı bolluğuyla, çok kolay erişebileceği belirsizlikler çuvalıdır. Yanı başında duran bir çuval. Ya içini karıştırır çuvalın, büyük bir kolaycılıkla. Ya çuvalı kendisiyle beraber taşır her yere; içinden istediği cümleleri seçip kullanma cüretini gösterir, fazla bir sahiplenme ile. Ya da çok azı, o çuvalı döker yere, içinden o an bağ kurduğu bir şeyi alır, evire çevire, bozarak yoluna devam eder. Beckett da “Comment c’est (Acaba Nasıl?)” isimli eserinde bir çuvaldan bahseder. Konserve kutularıyla dolu bir çuvalı sürükleyerek sonsuz bir çamur içinde debelenme hali ile anlatıcının başından geçenleri anlatır bu kitap. Geçmiş de böyle değil midir, kişinin sonsuza dek yanıbaşında sürüklediği bir çuval.

“Ölü Buradaydı, “Ölü Bunu hissetti”, “Ölü Bunu Yaptı” demek en kolayıdır. İşte sırtını dayadığın çuval. Ölülerin dili yoktur, o yüzden durmadan onlar adına konuşur, orada olmayanı kendine bir kalkan olarak görür kişi ve bu girift alanları bu şekilde çoğalttıkça çoğalır. Ölüyle bağlantısı kalan sadece tanıklardır. Bu yüzden tanıklıklar yok edilmeye çalışılır ve onlar da yok olursa, isteyen istediği şekilde ölüler adına konuşabilir. Hatta diriltebilir. Çocuğuna verdiği isimle, sokağa verdiği isimle, tarihin tekrar yazımı ile. Sahi; tarih, kaç kez yazılır?” Ece Eldek/ “Sahi, tarih kaç kez yazılır?”/Moero Fanzin 2. Sayı

                                                           ************

“…Geçmişi ne geri alabiliriz ne de ona hâkim olabiliriz. Ama onunla uzlaşabiliriz. Bunun biçimi, bütün anımsamalardan doğan, yastır. Goethe’nin (Faust’un “İthaf” bölümünde) dediği gibi:

Der Schmerz wird neu, es wiederholt die Klage

Des Lebens labyrinthisch irren Lauf.

(Acı tazeleniyor, yaşam tekrarlıyor

Dolambaçlı, şaşkın yolunu)

Yas tutmadaki bu tekrarlamanın trajik etkisi, bütün eylemlerin temel öğelerinden birini, yani kendi anlamını, ardından da tarihe geçen kalıcı önemini belirler. … Eğer geçmişe hâkim olmak herhangi bir şekilde mümkünse, olup bitmiş şeyleri aktarılmasına dayanır; ama, tarihe şekil veren, bu tip bir hikâye hiçbir sorunu çözmez ve hiçbir acıyı dindirmez; kesinlikle hiçbir şeye hâkim olmaz. Bilakis, olayların anlamı hayatta kaldığı sürece – ve anlam hayatını çok uzun çağlar boyunca sürdürebilir- “geçmişe hâkim olmak ancak sürekli tekrarlanan bir hikâye biçimini alabilir. Genel olarak şairin, özel olarak tarihçinin görevi, bu hikâyeleştirme sürecini tetikleyip bizi içine katmaktır. Çoğu ne şair ne de tarihçi olan bizler, bu süreci kendi hayat tecrübemizden biliriz; zira biz de hayatımızdaki anlamlı olayları kendimize ve başkalarına anlatarak anımsamaya ihtiyaç duyarız. Dolayısıyla devamlı olarak bir insan potansiyeli olarak, en geniş anlamıyla “şiir”in yolunu hazırlar, deyim yerindeyse, devamlı kendisini bazı insanlarda dışa vurmasını bekleriz. Bu gerçekleştiğinde, olup bitenlerin kulaktan kulağa aktarılması o an durur ve şekillenen yeni hikâye, yani bir kayıt daha, dünyanın envanterine eklenir. Tarih anlatısı, şairin ya da tarihçinin somutlaştırmasıyla, istikrar ve kalıcılık kazanmış olur. Böylece anlatıya dünyada, bizden yadigâr kalıp yaşamını sürdüreceği yeri verilmiş olur. … Ne kadar derin olursa olsun hiçbir felsefe, hiçbir çözümleme, hiçbir aforizma, anlam yoğunluğu ve zenginliği açısından düzgün anlatılan bir hikayeyle yarışamaz.” Hannah Arendt/Karanlık Zamanlarda İnsanlık Üzerine-Lessing Hakkında Düşünceler/ Karanlık Zamanlarda İnsanlar/İletişim Yayınları/s. 34-45.